Yapımı: 1961 - ABD
Tür: Dram, Müzikal, Romantik
Süre: 152 Dakika
Yönetmen: Robert Wise, Jerome Robbins
Oyuncular: Natalie Wood, Rita Moreno, Richard Beymer, Russ Tamblyn, George Chakiris
Senaryo: Arthur Laurents (kitap), Jerome Robbins (tiyatro oyunu), Ernest Lehman
Yapımcı: Robert Wise, Saul Chaplin
West Side Story hem tiyatro hem sinema için unutulmaz bir müzikal. 7 Tony Ödülü ve 10 Oscar Ödülü sahibi. Şu an oyunu Broadway'de sergileyen kadro bugünlerde dünya turnesi kapsamında İstanbul'da. Ayın 18'ine kadar Zorlu PSM'de temsillere devam edecekler ve oyuna şu an müthiş bir ilgi var. Oyunun İstanbul'da yarattığı heyecan beni West Side Story hakkında bir şeyler yazmaya teşvik etti. West Side Story'yi bu kadar heyecan verici yapan nedir?
Hollywood ve Broadway'e dair o gün için heyecan verici kim varsa West Side Story'nin kadrosunda görmek mümkün. Oyunu yazan Arthur Laurents aslında işlerine aşina olduğumuz biri. Hitchcock'un Rope (1948) filminin senaristlerinden biri olan Laurents aynı zamanda bir başka Broadway efsanesi Gypsy'nin de yazarı. Oyunun şarkı sözlerini yazan kişi ise Broadway müzikallerine ucundan bucağından ilgisi olan herkesin tanıdığı efsanevi Stephen Sondheim. Film uyarlamasının yönetmeni ise The Sound of Music ve The Day the Earth Stood Still'in yönetmeni, 4 Oscarlı Robert Wise. Oyunu film için senaryolaştıran isim ise Hitchcock'un gözdelerinden (Hitch için North by Northwest ile Hollywood'un en özgün ve eğlenceli casusluk gerilimlerinden birini yazmıştı. Hitchcock'un son filmi Family Plot'un senaryosu da ona ait.) Ernest Lehman. Lehman benim için, yazdığı iki Hitchcock senaryosuyla olduğu kadar yine bir tiyatro oyununu uyarladığı (ve benim çok sevdiğim) "Who is Afraid of Virginia Woolf?"la da önemli bir isim. Oyunun Broadway için koreografisini hazırlayan Jerome Robbins, film uyarlamasına koreografi yönetmek daha fazlasını katmış olacak ki MGM onu Robert Wise'ın yanına yönetmen olarak eklemiş. 34. Akademi Ödüllerinde West Side Story "En İyi Yönetmen" dalında Oscar alınca bu ödül, tarihinde ilk kez aynı anda iki kişiye verilmiş.
Filmi izlemeden önce üzerine bir şeyler okumamış olsanız bile izlerken öykünün, Shakespeare'in Romeo ve Juliet'iyle ne kadar benzerlik gösterdiğini fark edebilirsiniz. Bu esinlenme hatta uyarlama zaten yazar tarafından da gizlenen bir şey değil. West Side Story'nin hikayesi, Romeo ve Juliet'in modern bir uyarlamasını yapma fikriyle başlamış. Oradaki Montague ve Capulet ailelerini temsilen Jets ve Sharks isimli iki çete var filmde. Romeo ve Juliet'te bu iki aile arasında geçmişe dayanan bir düşmanlık varken West Side Story'de Sharks çetesinin Porto Riko'lu göçmenler olması, hikayeye etnik kimlik meselesini dahil ediyor.
West Side Story çubuklardan oluşmuş sade bir grafikle açılıyor ve prelude çalmaya başlıyor. Bu 4-5 dakikalık sürede ekranda hiçbir şey olmuyor, sadece arka plan rengi değişiyor. Sonrasındaysa bu grafikler Manhattan'ın gökdelenlerinin üzerine biniyor. (Bu grafik tasarımının da efsanevi Saul Bass'a ait olduğunu not düşmem gerekiyor.) Helikopter çekimleri ile "Batı Yakası"nın semalarında dolaşıyor, gökdelenlerin arasından geçiyoruz. Sonrasında ise küçük bir mahalleye, bir ghettoya geliyoruz. Yönetmen bizi önce Jets'lerle tanıştırıyor. Daha sonrasında ise Porto Rikolu çete Sharks'ı tanıyoruz.
Burada dikkat çekmek istediğim nokta, iki grup arasındaki hem etnik hem kültürel kontrastının çok sert oluşu. Hatta iki çete de temsil ettiklerinin stereotipleri halindeler. Jets üyeleri genelde sarışın, gürbüz, Sharks üyeleri ise esmer, siyah saçlı, çelimsiz. İsim tercihlerin de dikkate değer: Jets ve Sharks. Jets'in elebaşı Riff filmin başlarında mahallede varlıklarını iyiden iyiye belli etmeye başlayan Sharks için "Köpekbalıkları bela. Fena ısırıyorlar. Onları hemen durdurmazsak..." diyor. Sharks yani köpekbalıklarının vahşi, insan yiyen yönünden bahsediliyor. Jetlere karşı köpekbalıkları, moderniteye karşı gericilik, medeniliğe karşı barbarlık, gelişmişliğe karşı ilkellik... Jets çetesinin üyeleri Amerikan değerlerine derinden bağlılar. Göçmen konumundaki Porto Rikolu çeteyi ghetto'ya hakimiyet anlamında bir tehdit olarak görüyor, göçmenlere karşı mahallelerini yani aslında ülkelerini savunmaya geçiyorlar. Aslında ilginç olanı, baktığınızda Jets de Avrupa göçmenlerinden oluşan bir topluluk (Tony'nin babası Polonya, annesi ise İsveç'ten). Hiçbiri, doğal olarak, Amerika kökenli değiller ancak Jets ideolojik olarak Amerika'nın değerlerini benimsemiş ve oraya daha önce yerleşerek "Amerikan"laşmış durumdalar.
Filmin etnisite üzerine söylediklerini daha iyi anlamak için bakılacak en güzel yer herhalde ki müzikalin de en ünlü şarkılarından olan "America". Sharks çetesinin elebaşı Bernardo'nun sevgilisi Anita, Amerika'yı ne kadar sevdiği ve Amerika'nın Porto Riko'dan nasıl daha iyi olduğunu anlattığı bir şarkıya başlıyor. Sonrasında bu Porto Rikolu kadınlar ve erkekler arasında danslı bir şova dönüyor ve kadınlar Amerika'nın güzellikleri ve nimetlerinden bahsederken erkekler Amerika'da yaşamanın zorluklarını ifade ediyorlar. Anita şarkısının daha başında "Porto Riko... Çirkin ada..." diye başlıyor. Aslında orijinal müzikalde şarkı böyle başlıyor ama filmde bu kısım "Porto Riko, kalbimi adadığım..." ("my heart's devotion...") olarak değiştirilmiş. Porto Riko'da hep kasırgaların, tropik hastalıkların olduğunu ve nüfusun sürekli arttığını söylüyor. Ama Amerika onlar için otomobil, çamaşır makinesi yani modernite demek. Eşit haklar, özgürlük, sağlık demek. Erkekler ise beyaz değilsen hele bir de zengin değilsen bunların bir anlamı yok diyor. Porto Rikolu kadınlarda, özellikle hikayenin Juliet'i Maria'nın, "Amerikalı bir kadın" olma hevesi dikkat çekiyor. Nasıl Avrupa göçmeni Jets çetesi Amerika'yı yuva, vatan bellemişse Porto Rikolular da aynı şekilde Amerika'nın kendilerini bağrına basmasını bekliyor ve nimetlerinden faydalanmayı umut ediyorlar.
Hikayenin merkezindeki aşk hikayesine gelirsek, Jets'i Riff'le birlikte kurmuş ama sonrasında düzenli bir işte çalışmaya başlamış Tony, Riff'in ısrarı üzerine o geceki dans partisine gidiyor. Buraya Porto Rikolular geliyor ve Tony, Sharks'ın lideri Bernardo'nun kız kardeşi Maria'yı görüyor ve anında aşık oluyorlar. Bu sahnede Tony ve Maria'nın birbirlerini görme anı, karakterler dışındaki herkes ve her şeyin bulanıklaştırılmasıyla temsil ediliyor. Çok şık bir tercih bu. Sonrasında Tony, Maria'nın balkonunun önüne gidiyor tıpkı Romeo ve Juliet'teki gibi.
Filmin Romeo ve Juliet'ten en temel farkı ve anlatısını üzerine kurduğu şey, yukarıda da belirttiğim gibi, ırk farkı. Maria'nın Tony'e aşık olduğunu gören Anita, Maria'yı "Stick to your own kind!" yani kendinden olanlara tutun şeklinde uyarıyor.
Bir yandan da filmde, kendi küçük krallıklarının egemenliğinin derdine düşmüş bu iki çetenin üzerine düşen otoritenin gölgesi var. Birçok sahnede arka planda görünen "Al Wood'a oy verin!" propaganda afişleri ve polis. Komiser Schrank ve Memur Krupkee, merkezi otoriteyi temsil ediyor. Burada dikkat edilmesi gereken mevzu, polis Porto Rikolulara karşı net bir şekilde cephe alırken bir yandan Jets'in tarafındaymış gibi görünmesi; ama aslında iki çeteyi de baş belası, iflah olmaz gençler sürüsü olarak görmesi. Yani Porto Rikolular göçmen oldukları için zaten "öteki"ler ama otoritenin gözünde hiçbiri, iddia ettikleri gibi, o bölgenin gerçek sahibi değil.
West Side Story, harika müzikleri, izlemesi keyifli koreografisi, renkleri, sahne arası geçişleriyle göz kamaştırıcı bir müzikal. Broadway'in ışıltısını ve heyecanını sinemada da hissettirebilen az sayıda müzikallerden. Geri kalan dünyaya gözlerini kapamış bir aşk hikayesiyle Shakespeare'in izinden giderken bir yandan da gençlik ateşini arka plan yapıp ırk meselesine de girerek çok katmanlı bir öykü sunuyor. Eğer imkanınız varsa 18 Mart'a kadar oyunu görmeye de çalışın. Film zaten her zaman için hafızamızdaki ve kalbimizdeki yerini muhafaza edecek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder