Ufak Tefek Cinayetler ve Türkiye'de Sinema-TV'deki Temsil Üzerine - Atakan Göktepe

25 Şubat 2018 Pazar

Ufak Tefek Cinayetler ve Türkiye'de Sinema-TV'deki Temsil Üzerine


Farkındayım, çok iddialı bir başlık oldu ama ben ne bir uzmanım ne bir bilirkişiyim; sadece basit bir seyirci olarak birkaç görüş paylaşmak istedim. Geçenlerde annemin çok sevdiği ve yayınlandığı gün sosyal medyada sürekli konuşulan Ufak Tefek Cinayetler'e başladım. Şu an için de ilk üç bölümü izledim. Bu dizi bana, özellikle Türkiye yapımı dizilerde gördüğümüz sinemada/televizyonda temsil meselesini bir kez daha düşündürdü.

Türkiye'de BluTV, puhuTV gibi internet yayıncılığı yapan kanallar orijinal içerik üretmeye başladığından beri dizi sektörümüzde gözle görülür bir dönüşüm gerçekleşti malumumuz. Özellikle BluTV'nin Masum'unu hepimiz büyük bir dönüşüm olarak gördük çünkü ülkemizde üretilen alışılageldik dizi alışkanlıklarının dışında, daha kısa süreli bölümleri, daha özenli sinematografisi ve daha incelikli senaryosuyla farklı bir diziydi. Bir de Türkiye'deki dizi sektöründe ciddi söz sahibi Ay Yapım'ın kendi içindeki dönüşümden de bahsetmek gerekir. Ay Yapım, Türkiye'de çok ses getiren, önemli dizilerin yapımcısı biliyorsunuz: Yaprak Dökümü, Aşk-ı Memnu gibi. 2011'de Çağan Irmak'ın Dedemin İnsanları filmini yapmasıyla film endüstrisine de giriş yapmış oldular. En sonuncusu Onur Saylak'ın Daha'sı olmak üzere toplamda dört filmin yapımcısı Ay Yapım. Sinema sektörüne girişleri de aslında buna paralel olarak yaptıkları dizilerde biçimsel olarak gözle görülür bir değişimi getirdi beraberinde. Ay Yapım'ın son işlerinden biri ise Ufak Tefek Cinayetler.
Şimdi bu diziye dönersek aslında dizi başlamadanki tanıtımlardan ve dizinin ilk bölümlerinden umut vaad edici bir hava yaratmıştı. Ve tabi başladığında da çok sevildi, hala daha severek takip ediliyor. Peki acaba Ufak Tefek Cinayetler'in daha önceden izlediğimiz dizilerden çok bir farkı var mı?

Kadın kadının düşmanı mıdır?

Yalnızca Türkiye'de değil bütün dünyada çok problemli ve bence üzerine çok düşünülmeyen bir konu sinemada temsil konusu. Sinema diyorum ama televizyon dizilerinin çok uzun süreli hikayeleri parça parça anlatması ve televizyonda yayınlanması dışında sinemadan ayıramayız. Çünkü sonuçta yapılan şey sinemadır, kullanılan dil ve araçlar sinemaya aittir. Sinemada temsil dediğimizde de kısaca anlamamız gereken ve benim bu yazıda bahsetmek istediğim şey; gerçek hayatta gördüğümüz her şeyin sinemadaki yansıması ve bunların nasıl temsil edildiği. Dizinin posterlerine, tanıtım görsellerine vs. baktığımızda gördüğümüz bu dizinin dördü de birbirinden güzel ve yetenekli kadın başrol oyuncuları olduğu. Bu tarz izlenimlerle kapılmaya alışık olduğumuz bir yanlış anlaşılma var hep. Kadın anakarakter(ler), posteri süsleyen kadın(lar) gördüğümüzde hemen "bu bir kadın filmi/dizisi" yakıştırmasını yapıveriyoruz. Bunu Hollywood filmleri içinde yapıyoruz aslında, bütün dünya da böyle yapıyor. Hele hele bazı işler için bir tık daha ileri gidip "bu bir feminist film/dizi" deyiveriyoruz. Ama maalesef bunlar genelde yanlış çıkan yakıştırmalar.
Popüler kültürle ilgili problem, mevcut zihniyet ve ideolojiyi yüceltmek mecburiyetidir. Zaten popüler olanı popüler kılan da bu. Ve işin kötüsü, popüler kültür, egemen ideolojinin tersine bir durumu ya da egemen ideolojinin protestosunu bünyesinde barındırmaz. Yani özetle egemen ideolojiyle ters düşen bir içeriğiniz varsa zaten popüler olma şansınız yoktur. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde okuduğum için kendimi şanslı hissetmemi sağlayan hocalarımdan Serpil Kırel "popüler bir şey gördüğünüzde durup bir bakın, doğru şeyi anlatıyor olamaz." der hep. Bunu nerede uygulasam hocamın haklı çıktığını gördüm.
Egemen ideoloji kavramını da açmam gerekir diye düşünüyorum çünkü çok kafa karıştırıcı bir tabir. Egemen ideolojiden kastım gündelik siyaset değil tam olarak. Dünyayı ayakta tutan ve dünya var olduğundan beri mevcudiyetini koruyan bazı anlayış ve değerler var. Yönetimin sağ partiden veya sol partiden, muhafazakar veya sosyal demokrat ve hatta komünist olmasının bile değiştiremeyeceği bazı yerleşik anlayışlar var bütün dünyada. Bunların en önemlisi ve en değişmezi de apaçık ki patriarşi yani ataerkil anlayış.
Şimdi Ufak Tefek Cinayetler'e dönersek popüler bir dizi olarak ve bir "kadın dizisi" olarak görünen bu yapım aslında egemen ideolojiyi ayakta tutacak katkılar yapıyor. Tabi buradan, küçücük blogumdan bu dizinin yapımcı/yönetmen/senaristlerine "siz egemen ideolojiye çalışıyorsunuz" gibi komik bir ithamda bulunmuyorum. Zaten işin en vahim kısmı da o. Popüler işler üretip egemen ideolojiye, ataerkine hizmet ederken aslında çoğu zaman bunları bilinçsiz yapıyoruz. Bu anlayış belli stereotipleri, belli kabulleri öyle güzel sokmuş ki dünya çapında herkesin zihnine, bir işe başladığımızda bunun o anlayışa hizmet ettiğini fark etmiyoruz bile.
Çok muğlak konuşmayayım, biraz somut örnek vereyim. Dizinin ana iskeletini "kadın kadının düşmanıdır" miti oluşturuyor. Kadın kadına hakikaten düşman mıdır? Tabi ki hayır. Bu tamamen bir mit, bir efsane. Belki bu yazıyı okuyan bir kadın "Evet, kadın kadına düşman. Sen bir erkek olarak bunu nereden bilebilirsin ki?" diye eleştirebilir beni. Ama şu soruyu sormak lazım: bir kadının diğer kadına düşman olması için ne gibi bir sebep olabilir ki? Belki de problem kadınların kız kardeş olamaması değil de kadınların kız kardeş olmasını istemeyen bir zihniyetin varlığıdır. Bu anlamda geçtiğimiz sene izlediğim FX dizisi Feud: Bette and Joan çok güzel bir örnekti. Efsanevi oyuncular Bette Davis ile Joan Crawford arasındaki dillere destan düşmanlığa odaklanan dizi, bu düşmanlığın temelinin, bu düşmanlıktan nemalanan Hollywood yapımcıları olduğuna dikkat çekiyordu.
Ama Ufak Tefek Cinayetler'le ilgili en can sıkıcı şey bütün varını yoğunu bu sözde düşmanlığın üzerine kurması. Dizi özetle, bu dört kadının üçünün diğerine daha lisedelerken kurduğu komployu ve ardından Oya'nın (Gökçe Bahadır) onlarla yıllar sonra yeniden karşılaşması ve tekrar yakınlaşmaları üzerinden ilerliyor. Geçmişte olan geçmişte kalmıyor ve bu dört kadın yine birbirlerinin kuyusunu kazmaya, kötülük yapmaya devam ediyorlar.

"Kadınlar başlarını derde sokmaya bayılırlar."

Dizi aşırı "cool" karakterlerle ya da twitter'da çok sık gördüğüm tabirle "alfa kadınlar"la dolu. Ama dizinin kadınlarla ilgili söyledikleri beylik ve çok stereotipik olmanın ötesine geçemiyor. Beni bu konuda yazmaya iten şey ise artık bu anlatının kimi yerde ipin ucunu kaçırıp mizojinist bir hal alması. Örneğin şu replik çok ilginç: "Kadınlar başlarını derde sokmaya bayılırlar. Artık sıkıntıdan mıdır bilemiyorum.". Neresinden ele alırsanız alın mevcut kadın hareketini, toplumsal cinsiyet eşitliği çabasını hiç umursamayan ve aşırı eril bir tabir. Kadınlar başlarını derde sokarlar... Peki nasıl bir dert ola ki bu? Devamı ise daha feci: Artık sıkıntıdan mıdır? Kadınlar bir işe yaramayıp evde oturduklarından sıkılıyor ve kendi hemcinslerinin kuyusunu kazıyor anlatısı fazla sıkıcı, demode ve toplumsal anlayışımız için tehlikeli değil mi? Bir de bu repliğin yardımıyla başka bir konuya geçmek istiyorum. Bu dört kadın karakterimizden sadece Oya iş güç sahibi. Diğer kadınlar ise çalışmıyorlar ve tek yaptıkları eşlerinin parasını har vurup harman savurmak ve entrika çevirmek. Ve bu işsiz güçsüz kadınların problemi yalnızca çalışmamaları değil, çalışan, zengin ve güçlü kocaları ile tanımlanmaları. Bir karakter dizideki Merve (Aslıhan Gürbüz) karakteri için şöyle diyor: "Merve'nin bu kadar güçlü olmasının sebebi Serhan'la (Mert Fırat) evli olması." Kaldı ki Merve karakteri dizide en çok sevilen, çok zeki, aşırı entrikacı ve sivri tip. Bu kadınların en "alfa"sı dahi bir eşi olmadan tanımlanamıyor.
Mesela bu dört kadının dışında bir de pilates hocası Burcu (Duygu Sarışın) var ki onun hikayedeki işlevi de Arzu'nun (Tülin Özen) kocasını ayartmak. Yani bu dizide birbirine iyilikte bulunan hiçbir kadın yok. Aksine birbirlerine mütemadiyen kötülük eden, zengin eşleri sayesinde rahat bir hayat süren, konformist, hiçbir işe yaramayan ve hiçbir işe yaramadığı gibi aşırı boş zamandan başını belaya sokan kadınlar var. Şimdi bu tabloya baktığımızda ben Ufak Tefek Cinayetler için bir "kadın dizisi" diyemiyorum maalesef.
Yazıyı buraya kadar okuduysanız şunu diyebilirsiniz: Diyelim ki durumlar böyle, sana ne? Sen erkeksin ve seni neden ilgilendiriyor bütün bunlar? Aslında hepimizi ilgilendiriyor bu durum. Çünkü ataerkil kavramını kullananı feminist, kuir, solcu ilan etme alışkanlığımız var ve artık dinlemiyoruz ataerkilden sonrasını. Ama şöyle etraflıca düşünürsek aslında patriarşinin "çirkin kadınlar topluluğu tarafından uydurulmuş" bir illüzyon değil, hakikaten hepimizi çepeçevre sarmış bir katı kurallar bütünü olduğunu görürüz. Ve o noktada bu artık feministlerin ya da eşcinsellerin ya da kadınların meselesi olmaktan çıkar. Ben heteroseksüel bir erkek olarak tuzumun kuru olduğunu düşünürsem yanılırım. Çünkü kadını "sen şöyle yapacaksın, şunu giyeceksin, şunu söyleyemezsin" diyen anlayış bana da "erkekler ağlamaz, erkek ciddi iş sahibi olur ailesine bakmakla yükümlüdür, erkek dediğin şöyle yapar" gibi kalıplar dayatıyor. Ben bir erkek ya da direkt bir birey olarak kimsenin, hiçbir zihniyetin bana ne yapacağımı, nasıl davranacağımı söylemesine izin vermek istemiyorum. Doğal olarak kadınlar da istemiyor. Ve doğal olarak hiçbir cinsel yönelimden insan istemiyor.
Peki mesela Ufak Tefek Cinayetler'in varlığı mı? Hem evet hem hayır. Sinema, televizyon, medya çok güçlü kitle iletişim kuvvetleri. Sinemada veya televizyonda bir şeyi nasıl temsil ettiğiniz, o içeriği izleyen herkesin belleğinde bir yer eder veya izlediği şeyin belleğindeki durumunu güçlendirir. Bizler ataerkil sistemin kanunlarıyla yetişmiş insanlar olarak bir de dizilerde böyle kadın temsilleri görüyorsak eğer "Evet abi kadınlar böyle zaten. Bak neler neler olabiliyor." diyoruz doğal olarak. Evet, belki Ufak Tefek Cinayetler mevcut durumun müsebbibi değil ama mevcut durumun devam etmesine katkıda bulunuyor. Sinemada/televizyonda temsilin önemini bilmeden, hatta bunun ne olduğunu bile bilmeden üretilen yapımların hepsi bu zihniyete katkıda bulunuyor. Ve egemen olanı yücelttikleri için de kolaylıkla popüler oluyorlar.
Şunu da söylemek isterim ki ben sinemanın veya televizyon dizilerinin didaktik bir misyonu olduğuna inanmıyorum. Böyle düşünenler de var biliyorum, sinemanın eğitici olması gerektiği görüşünün baskın olduğu kişiler de var. Ama benim bu yazıda açıklamaya çalıştığım şey TRT Okul misali verilen bir dersten ziyade sadece karakter temsilinin daha doğru ve bizi geliştirici yönde yapılmasının toplumsal anlamda çok faydalı olduğu düşüncesi. Çünkü baktığımızda birçok meslek alanında erkek egemen bir durum görüyoruz. Ancak bizim o mesleklerde erkekler kadar kadınlara da ihtiyacımız var. Bugün, sene 2018 değilmiş gibi eğitim hakkı için mücadele veren ya da bu hakkı hiç elde edemeyip aileleri tarafından sindirilen kız çocukları var bu ülkede. Durum böyleyken televizyonda, Arzu'nun ailesinin, ona doğum gününde mutfak robotu seti almasını ve Arzu'nun buna çok sevinmesini izlemek hiçbir olumlu katkıda bulunmuyor bu sıkıntımıza. Mutfak eşyası mutfağa alınır, ev eşyası eve alınır. Bir kadının doğum gününde bunları almanın "Al bunları kullan mutfakta" ya da "hadi evi süpür, temizlik yap"tan başka ne anlamı olabilir? Ya da toplumsal cinsiyet eşitsizliği ortamında böyle temsillerle dolu dizileri/filmleri izlemenin mevcut duruma etkisi olumlu mu yoksa olumsuz mu olur?
Neyse çok gevezelik etmenin bir anlamı da yok. Umuyorum sinemada temsilin ne olduğunu ve bunun önemini kavrarırz ve daha yapıcı yapımlar üretmeye başlarız, temennisiyle yazıyı kapatıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder