Cabaret-Kabare (1972) - Atakan Göktepe

18 Eylül 2015 Cuma

Cabaret-Kabare (1972)

Yapımı: 1972 - ABD
Tür: Dram ,  Müzikal ,  Romantik
Süre: 124 Dakika
Yönetmen: Bob Fosse
Oyuncular: Marisa Berenson ,  Liza Minnelli ,  Michael York ,  Joel Grey ,  Ralf Wolter
Senaryo: Jay Presson Allen (Senaryo),  Christopher Isherwood (Kitap 'Goodbye to Berlin'), John Van Druten (Tiyatro Oyunu 'I am a Camera'),  Joe Masteroff (Müzikal Oyun 'Cabaret')
IMDb Notu: 7.9
Benim Notum: 8.5

Bundan birkaç yıl önce Christopher Isherwood'un kitabı Hoşça Kal Berlin'i kitapçılarda, sahaflarda uzun uzun aramış ancak bulamamıştım. Tam ümidimi kesme aşamasındaydım ki geçtiğimiz yılın TÜYAP Kitap Fuarı'nda YKY standında diğer kitapların arasına sıkışmış halde buldum bu kitabı. Daha filmi izlemeden önce haberdardım bu kitabın varlığından ve çok merak ediyordum. Şans eseri edindim, çok sevindim ve bir çırpıda da okudum. Isherwood, Londra'daki King's College'da tıp okurken istediği hayatın bu olmadığına karar verir. Zaten -her ne kadar başarısız olduğunu düşünse de- basılmış bir romanı vardır. Berlin'de, 20'li yıllardan beri arkadaşı olan ve sonrasında aşık olduğu Wystan Auden'e katılmak için okulu bırakır ve yola çıkar. Isherwood eşcinsel olduğu için ve erkek bir aşığı da olduğu için 30'lar başı Berlin'in sunduğu serbest ortam aklını başından alır ve o dönem gözlemlediklerini kaleme alır. Hoşça Kal Berlin'de, kitapta kullanılan ifadeyi kullanmak gerekirse "bir fotoğraf makinesi gibi" gördüğünü aynen kitaba yansıtır ve bu direkt, gerçekçi ve objektif bakış açısı diğer eserlerinin de üslubunda görülür. Hoşça Kal Berlin önce I am a Camera isimli bir tiyatro oyununa sonra da aynı isimli bir filme, ardından Cabaret isimli bir müzikale ve en sonunda da yine aynı isimli olağanüstü filme aktarılır.
Kabare'yi kısaca özetlemek gerekirse: Brian Roberts yüksek lisans öğrencisi, yazar, İngiliz bir gençtir. 1931 senesinde Berlin'e gelir, İngilizce dersi vererek hayatta kalma umudundadır. Ucuz oda bulunur diye gittiği evde Amerikalı kabare şarkıcısı-dansçı Sally Bowles'la tanışır. Sally onu odayı tutmaya ikna eder ve Brian, Sally'le birlikte Berlin'i, bilhassa gece hayatını, tanımaya başlar. Bu ana hikayenin yanında da arkaplanda Nazi Partisi'nin yükselişi ve Almanya'nın savaş öncesi durumu anlatılıyor.
Liza Minnelli ve Michael York
Ana hikayesiyle olsun, yan hikayeleri ve temasıyla olsun Kabare dolu dolu bir film. Dönemin siyasi durumuna eğilirken sinema tarihine çok ilginç ve eğlenceli bir karakter kazandırıyor: Sally Bowles. Isherwood'un kitabındaki Sally aslında filmdekinden daha da ilginç bir karakter. Benim de fictional crush'larımdan biri. Deniyor ki Isherwood'un Sally Bowles'u Truman Capote'nin meşhur The Breakfast at Tiffany's'indeki Holly Golightly'e ilham olmuş. Sally daima neşeli ve hayat dolu görünen, içkiye ve bilhassa sekse çok düşkün ama bir o kadar da dokunaklı bir karakter. Sally, oyunun Broadway versiyonunda ve kitapta İngiliz ama filmde Amerikan. Karakterin kökenine bakarsak Christopher Isherwood'un 30'ların başında Berlin'de tanıştığı, İngiliz şarkıcı ve yazar Jean Rosse'a dayanıyor. Jean Rosse daha sonraları Isherwood'un kendini kitapta bu kadar apolitik ve hata yer yer antisemitik göstermesine sitem etmiş çünkü kendisi o dönemlerde Komünist Parti'sine üyeymiş. Kitaptaki Sally hakikaten siyasetle çok alakası olmayan, hep neşeliymiş gibi davranan, sesi öyle çok güzel olmayan hatta dans konusunda da öyle çok yetenekli olmayan bir karakter ama kendisinde star kumaşı olduğuna inanıyor. Hatta Isherwood filmi izlediğinde Liza Minnelli'nin performansı için "Benim Sally'm bu kadar yetenekli değil ama filmde onu Judy Garland'ın kızı oynuyor." demiş. Gerçi yazar filmden ve filmin kariyerine getirdiği ilgiden memnunmuş.
Sally Bowles'a ilham veren Jean Rosse
Evet, Liza Minnelli demişken, Minnelli bu Oscar'la da taçlandırılmış rolünde göz kamaştırıcı hakikaten. Sinemada bir daha bu kadar iyi bir performans da sergileyemedi diyebilirim. Minnelli iyi tabi ama yazarın da dikkat çektiği gibi orijinal kitaptaki karaktere göre fazla yetenekli. Sally Bowles'u daha önce sahnede oynayan Judi Dench, şarkılarda ona yardım eden koçuna sesinin çok da güzel olmadığını söylediğinde "Merak etme kitaptaki Sally'nin de sesi güzel değil, ben sana şarkı söyler gibi yapmayı öğretsem yeter." cevabını almış. Ama her seyirci kitabı okumadığı için ve film, kitaptan ayrı, bağımsız bir materyal olduğu için bu filmin olumsuz bir yönü değil. Aksine Liza Minnelli'nin yeteneklerini sergilemesi seyirciyi mest ediyor. Liza Minnelli film boyu makyajını ve saçını kendisi yapmış ve kazandığı Oscar'la da hem annesi hem babası Oscar sahibi ilk Oscar ödülü sahibi olmuş. Peki bu Oscar'ı hak etti mi? Listede Liv Ullman ve Maggie Smith olmasına rağmen yetki benim elimde olsa ben de ödülü Liza Minnelli'ye verirdim herhalde. Kitabı okurken hayal ettiğim Sally, Liza Minnelli değildi ama filmi izlerken kitabı okurken hissettiğime benzer duygular yaşattı Minnelli'nin performansı.
Peki ya diğer performanslar? Filmin ikinci Oscar ödüllü performansı Joel Grey'in EmCee (The Master of Ceramonies) performansı. EmCee, şu anki Broadway oyununda Alan Cumming tarafından oynanıyor ve vaktinde de ona Tony Ödülü getirmişti. Kabare, İBB Şehir Tiyatroları'nda oynandığı dönem bu rolü oynayan Mert Turak'a Afife Ödülü'nü getirmişti. Yani anlaşılacağı üzere çok renkli bir karakter ve ancak yetenekli oyuncuların ellerinde parlayan ve mükafatını bulan bir rol. Joel Grey EmCee'yi dönem şartları el verdikçe (Müzikal versiyonunda, özellikle günümüz şartlarında, bu rolde filmin muhafazakarlığından eser yok) edepsiz, hareketli bir sunucu olarak resmediyor ve Godfather'la aday olan Al Pacino, Robert Duvall ve James Caan'ı sollayarak altın heykelciği kucaklıyor. Joel Grey epey iyi ama ben o Oscar'ı Al Pacino'ya verirdim.
Godfather demişken, Cabaret'yle Godfather'ın aynı yıl vizyona girişi ödül dağılımında tuhaf bir "kapışma" yaratıyor. Aslında tam kapışma da denemez buna, Cabaret 8 dalda Oscar alırken Godfather'ın sadece 3 Oscar alması Godfather'cılar tarafından bu filmin overrated ilan edilmesine sebep oluyor. Cabaret eve götürdüğü 8 Oscar'a rağmen En İyi Film Oscar'ını Godfather'a kaptırıyor. Aynı şekilde En İyi Senaryo'yu da. Ve tabi Marlon Brando o sene En İyi Erkek Oyuncu ödülünü de alıyor. Gerçi Cabaret'nin bu anlamda şansı yok çünkü başrol erkek oyuncusu Michael York bu dalda aday bile olmamış.
Peki Michael York'un Oscar'a aday olmaması onun kötü performans sergilemesinin bir sonucu mu? Bence hayır. Yani York'un performansı da gayet iyi ancak çok yeni, farklı, ilginç bir şey değil. Performansı için öyle çok güçlü denemez ama yeteri kadar da iyi. York zaten İngiliz olmasının avantajıyla bu dıştan soğuk ama içten duygusal İngiliz gencini rahatlıkla oynamış.
Filmin kurgusu ayrıca çok başarılı. Berlin'in eğlence dünyası ve gece hayatından Nazi zulmüne ve Yahudilere yapılan baskılara yapılan ani kesmeler aslında filmin anlatmak istediği noktalardan birine hizmet ediyor. Burada insanlar yarı çıplak dansçıları seyreder, içki içer, güler eğlenirken bir yandan Yahudilerin evleri işaretlenmekte, Komünistler sokaklarda öldürülmekte ve Naziler hızla gücü ele geçirmektedirler. Bir sahnede Sally Bowles'un çalıştığı Kit Kat Club'ın sahibi bir Nazi askerini döverek mekandan çıkarır. İlerleyen bir sahnede ise klüpte herkes eğlenirken -ani kesmelerle görürüz ki- patron Nazi askerlerince öldürülesiye dövülmektedir.
EmCee (Joel Grey) Hitler'le dalga geçiyor.
Sally'nin zengin olduğu için arkadaş olduğu ve zamanla Brian'ın da etkilendiği Maximillian karakteri "Bırakalım Naziler Komünistleri temizlesin. Sonra da biz Naziler'i temizleriz." diyor, ardından bir grup Nazi'nin coşkuyla söylediği şarkıya halkın da eşlik etmesi üzerine Brian "Hala onlardan kurtulabileceğine emin misin?" diye soruyor. Brian'ın ders verdiği zengin bir Yahudi ailesinin kızı Natalia Laundauer'in köpeğini öldürüp kapısına atıyorlar. Brian'ın ders verdiği bir başka genç, servet avcısı Fritz Wendel, Natalia'ya aşık oluyor ama Natalia, Fritz Protestan olduğu için evlenmelerinin mümkün olmadığını söylüyor. Fritz'in bu duruma üzülmesi ve Brian'a itiraf etmesi üzerine Fritz'in de aslında Yahudi olduğunu ama iş hayatında tutunabilmek için kimliğine Hıristiyan yazdırdığını öğreniyoruz. Bunun gibi bir sürü durum, olay ve kişi var. Antisemitizm, halkın Komünistlere, daha yeni yeni yükselen Naziler'e bakışı üzerine güzel bir portre çiziyor Cabaret. Teknik anlamda da içerik anlamında da benim en sevdiğim filmlerden biri.

Aynı zamanda eşcinsellik temalı bir film olduğu da söylenebilir. Kit Kat Club'da çalışan bir sürü transseksüel dansçı var ve Brian'ın kendisi de tıpkı yazar Isherwood gibi eşcinsel. Isherwood gay ve gerçekte de Jean Rosse'la bir ilişkisi yok ama hem kitapta hem filmde genç yazarla Sally Bowles arasında romantik bir yakınlaşma mevcut. O sebepten Isherwood'un aksine, onun kitaptaki yansıması olan genç yazar biseksüel. Maximillian, Sally ve Brian arasında bir üçlü aşkın oluştuğunu da görüyoruz. Her şey dönemin ruhuna uygun anlayacağınız.
Özetle Cabaret çok özel ve etkili bir müzikal. Benim size tavsiyem Hoşça Kal Berlin'i de bir şekilde edinip okumanız. Ama filmden önce ama filmden sonra. Isherwood'un gerçekten de nasıl "bir kamera gibi" gözlem yaptığını keyifle okuyun ve henüz izlemeyenler de bu muhteşem filmi muhakkak izlesin.

Not: Christopher Isherwood 30'ların başında Berlin'e gidişini, gidiş sebeplerini, orada yaşadıklarını, Jean Rosse'u, Sally Bowles'u ve daha birçok şeyi Christopher and His Kind isimli otobiyografisinde anlatmış. Türkçe'ye hiç çevrilmemiş ve bulması kolay değil ama ilginizi çekerse aklınızda bulunsun. Aynı isimli bir BBC TV filmi de var. Isherwood'u Matt Smith oynuyor ve filme ulaşmak kitaba ulaşmaktan daha kolay. Türkçe altyazısı olmasa da filme ulaşmak da hiç yoktan iyidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder