Siccîn: Büyü Haramdır (2014) - Atakan Göktepe

29 Mayıs 2015 Cuma

Siccîn: Büyü Haramdır (2014)


Yapımı: 2014 - Türkiye
Tür: Korku
Süre: 86 Dakika
Yönetmen: Alper Mestçi
Oyuncular: Pınar Çağlar Gençtürk,  Merve Ateş, Ebru Kaymakçı, Toygun Ateş, Şeyda Terzioğlu, Koray Şahinbaş
Senaryo: Ersan Özer
Yapımcı: Muhteşem Tözüm
IMDb Puanı: 6.2
Benim Puanım: 6

Hasan Karacadağ'ın El-Cin'ini izlediğimden beri, zaten pek umudumun kalmadığı, Türk korku sinemasına iyice küsmüştüm ve yapılan her yeni filme dudak büker hale gelmiştim. Türk korku sinemasının ciddi problemleri olduğu apaçık. Bu filmlerden ciddi anlamda ve uzun süreli korkan seyircilerin korku filmi standartlarının düşük olduğunu söylemek ayıp veya yanlış olmasa gerek. Bizim korku filmlerimiz aslında olağanüstü malzemeleri ve maden değerindeki bir kültürü değerlendiremedi hiç. "Tamamen kendi topraklarımızdan yola çıkıyoruz" fikriyle yapılan ve böyle de lanse edilen filmlerin ucuz Hollywood ve Doğu Sineması numaralarından ibaret, İslami sosa bulanmış kepazelikler olduğunu yaklaşık 10-15 senedir hepimiz görüyoruz.

Bizim korku sinemamıza dair en büyük eksikliklerden biri senaryo olsa gerek. Diğeri ise korku filmi yapma mantığının kökten bilinmemesi ve korkutma amacıyla her daim ucuzluğa kaçılması. Düşük bütçeyle yapılmaya çalışılan bu filmlerdeki oyunculuk performansları zayıf, efektleri uyduruk, şaşırtmasını umdukları twistleri ise fos. Genel anlamda çoğu D@bbe (2006)'den ve onun, zamanında çektiği ilgiden aldıkları cesaretle film yapan yönetmen ve yapımcılar kalitenin ne kadar düşük ya da yüksek olduğunu pek umursamıyor görünüşe bakılırsa.
Bu yazının tabi ki Siccîn hakkında olması gerekiyor; bu yüzden Türk korku sineması üzerine tespitlerimi yarıda kesiyorum. Ama bunları belirtmek zorundayım çünkü bu filmi veya herhangi bir yeni Türk korku filmini "iyi" sayabilmem için yaklaşık 10 yıldır izlediğim başarısız işlerin izinden gitmiyor olması lazım.
El-Cin (2013)'den beri yerli korku filmlerine küsüp izlemediğimi belirtmiştim. Peki neden Siccîn'i izlemeye karar verdim? Çünkü severek takip ettiğim korku filmleri portalı KorkuSitesi "2014'ün En İyi Korku Ödülleri"ni dağıtırken "En İyi Yerli Korku Filmi" dalında ödülü Siccîn'e vermiş. Kısaca bu filmin diğerlerinden bir tık daha önde olduğu söylenince ben de bir şans vermek istedim.
Aslında izlemek istememin tek sebebi bu değil. Bir diğer sebebi de filmin yönetmeni Alper Mestçi. İslami korku anlamında Türk sinemasında izlediğim en iyi filmin yönetmeni çünkü Mestçi. Tahmin edersiniz ki bahsettiğim film de Musallat (2007).
Hatta Mestçi'nin filmografisinin en iyi filmi Musallat (hele listede Sabit Kanca gibi bir film de olduğunu düşündükçe). Musallat'ı izlediğim geceyi hatırlıyorum. Sinema TV'de başlamıştı. Yatmak üzereydim ama yerimden kalkamadım ve hepsini izleyiverdim. Özellikle türün diğer birçok örneğini bildiğim için ilaç gibi gelmişti bu film (Musallat 2'yi izleme fırsatım olmadı henüz).

Siccîn'in konusu kısaca şöyle: Öznur, teyzesinin oğlu Kudret'e aşıktır. Aralarında bir birliktelik olup olmayacağını öğrenebilmek için bir cinci hocaya gider ve hoca öte alemle iletişim kurduktan sonra, bunun mümkün olamayacağını hatta epey sakıncalı olduğunu söyler. Aradan 12 sene geçer, bu dönemde de Kudret'le Öznur nefislerine yenilmiş ve birlikte olmuşlardır. Öznur, teyzesinin oğlu Kudret'ten hamile kalmıştır ama Kudret bu bebeğin doğmasını istemez çünkü Nisa'yla evlenmiştir, 6 yaşında bir kız çocukları bile vardır. (Evde bunların yanında bir de Nisa'nın yatalak annesi yaşamaktadır.) Öznur'la Kudret bebek konusunu tartışırken Kudret Öznur'a vurur ve Öznur düşer. Bunun sonucunda da bebeğini düşürür. Bebeğini kaybeden Öznur ise 12 sene önce gittiği hocayı ziyaret eder ve intikam için büyü yaptırır. Bu güçlü büyü 5 yatsı içinde Nisa'nın ve onun kanından olan herkesin ölmesi için yapılmıştır.

Velhasıl kelam bu duygu ve düşünceler içinde ön yargısız ve beklentisiz bir şekilde başladım Siccîn'i izlemeye. Siccin'le ilgili ilk söyleyeceğim şey herhalde şu: Bu filmin, türünün diğer örneklerine göre en önemli artısı iyi performanslar. Pınar Çağlar Gençtürk ciddi anlamda tatmin edici bir performans sergiliyor. Masum ve iyi niyetli ev hanımıyken de başarılı, kendisine musallat olunmuşken de başarılı, tamamen cinin etkisi altındayken de başarılı. Ancak Pınar Çağlar Gençtürk'ün performansı bir yana, benim özellikle sözünü etmek istediğim isim Merve Ateş. 2006 doğumlu Merve Ateş'in evin görme engelli kızı oyunu ciddi anlamda etkiliydi ki filmden sonra gerçekten görme engelli olup olmadığını kontrol ettim. Geçtiğimiz günlerde ara veren, Onur Ünlü'nün Beş Kardeş dizisinde falan da oynuyormuş. Kötü karakter kabul edebileceğimiz Öznur'u oynayan Ebru Kaymkaçı'nın da kendisine açılan alanda iyi bir iş çıkarttığını söyleyebilirim. Ancak malum olan bir şey var ki karakterlerin anlatılışı ve derinleştirilmesi büyük ölçüde oyuncunun işiyse de bazı konularda oyuncunun elinden bir şey gelmez.
Peki ne demek istedim? Hitchcock'tan bir alıntı yapayım. "Bir filmin başarılı olması için üç şey gerekir: Senaryo, senaryo, senaryo." Siccin'inde senaryo problemleri var diyebiliriz. Mesela Kudret karakteri gereksiz yere fazla agresif ve karikatürize denebilecek kadar sert ve tahammülsüz. Aynı şey Öznur karakteri için de geçerliyse de onun da yeri geldiğinde yapay duracak şekilde abartılı kötülüğü tüm filme hakim değil. Yeri geldiğinde çizgisini buluyor ve normalleşiyor, insanileşiyor.

Pınar Çağlar Gençtürk'ün ikna edici performansı filmin izlenebilirliğini
artıran en büyük etkenlerden.

Senaryoyla ilgili tek eleştireceğim nokta "iyilerin abartılı derecede safça iyi, kötülerin abartılı derecede kötü" olması değil. Siccîn 2009'da Üsküdar'da yaşanmış gerçek bir olayı anlatıyor ve senaryoda da tam bu hava var zaten. Tıpkı Üsküdar'lı bir tanıdığınız mahallesinde yaşanan bir olayı aktarıyor gibi bir hava var senaryo. Olaylar aktarılırken kurguya çok yanaşılmamış da duyulan ve bilinenler aynen bir sıraya konmaya çalışılmış gibi. Sanki Üsküdarlı bir tanıdığınız, komşusunun başına geleni anlatıyormuş gibi. Bu hisse filmin ilk yarısından ziyade ikinci yarısında kapıldım. Sekanslar birbirinden bağımsız gibi çekilip art arda sıralanmış. Senaryo anlamında sekanslar arası akıcılığı sağlamaya yönelik bir çaba yok. Nisa'nın saç yediği sahneyi görüyoruz, sonra şak diye başka bir sahne geliyor, bağlantısız, Kudret halüsinasyon görüyor şak diğer sahnede her şey normal vs.
Biçimsel anlamda da eleştiri yapmak gerekiyorsa ilk söyleyeceğim diğer Türk korku filmlerinin de ortak sorunu. Basitlik, minimalizm gibi kavramlar bizim Türk korku sinemasının tanıdığı şeyler değil. Posterlerinden açılışlarına, jeneriklerine, şiddet sahnelerinden kapanışlara kadar hep bir abartı, süs, görkem ve gereksiz yere seyirciyi yerinden sıçratma çabası var. Siccîn'in güzel yanı bunlardan-türünün yakın zamandaki örneklerine göre-daha az nasibini almış olması. Ama mesela filmin açılışından itibaren hafif dahi olsa gerilimli ses efektlerinin ve müziklerin olması, ortama sisin hakim olması, havanın sürekli kapalı olması gibi filmi doğallıktan uzaklaştıran faktörlerin hiç olmaması ya da en az indirilmesini tercih ederdim. Özellikle karşı olduğum konu havanın sürekli kasvetli olması. Film Mayıs 2009'da geçiyor. Güzel bir mayıs gününde hava neden kapalı olsun ki? Geceler istediğiniz kadar karanlık olsun ama korku filmi yapıyoruz diye havanın sürekli kasvetli, renklerin donuk ve soluk olmasının sebebi nedir? Bu yalnızca Siccîn'e özgü bir durum da değil, son dönem korku filmlerinin hepsi böyle yapılıyor Türkiye'de. 
Korku sinemasının tarihi en az sinema tarihi kadar eskidir. Nosferatu (1922)'dan tutun da Hitchcock'un Psycho (1960) ve The Birds (1963) ve hatta Türk sinemasından Ölüler Konuşamaz Ki (1970)'ye kadar şöyle bir incelersek başarılı korkunun doğallığın dorukta olduğu filmlerde daha çok hissedildiğini görürsünüz. Örneğin Hithcock'un canavar filmi diyebileceğimiz The Birds'ü. Kuşların bir kasabada insanlara saldırması çerçevesinde şekillenen bu filmde gece sahnesi yok denecek kadar az. Olayların %90'ı gündüz vakti ve pırıl pırıl bir bahar gününde, açık alanda gerçekleşir. Bütün kuş saldırıları vs. çok etkilidir çünkü her şey o kadar güzel, o kadar canlı ve o kadar doğal gözüküyordur ki yönetmen havaya kasvet vererek veya bunun gibi renkleri matlaştırarak kötü bir şeyler olacağını duyursaydı sanıyorum bu kadar başarılı bir korku filmi olmazdı.

Türk korku sinemasının güncel örneklerinde genellikle görülen iç karartıcı
renk ve ışık kullanımı bu filmde de var.

Bir de finaliyle ilgili problemlerim var. Bu tarz possesion temalı filmlerde alışık olduğumuz gibi sonda exorcism gibi bir sahnesi mevcut filmin. Ancak bu sona gelene kadar o dinlediğimiz her şeyin neticesinde musallattan kurtulma (ya da kurtulamama) durumunun ortaya çıktığı, bu filmlerin en önemli kısmı olan final öylesine kısa ki bütün her şey 8 dakikada sonuçlanıveriyor. Finalle ilgili şikayetçi olduğum tek nokta aceleye getirilmiş hissi veya kısa süresi değil. Musallatla mücadele ederken yapılan flashbackler ve şimdiki zaman arasındaki kurgunun gereksiz yere titreyen görüntüler ve gürültülü ses efektleriyle kurgulanarak bu güçlü anın etkisinin yerle bir edilmesi beni üzdü. Benzeri bir sahneyi Korku Seansı (The Conjuring, 2013)'nda izlemiştik. James Wan çok başarılı bir yönetmen bence ve o filmin şeytan çıkarma sahnesi de çok başarılıydı. Orda da vücudu örtülmüş bir kadına şeytan çıkartma uygulanıyordu ama Wan bu sahnenin her saniyesini büyük bir ustalıkla aktardığı için gerim gerim gerilmiştim. Siccîn de ise böylesi potansiyelli bir sahne paramparça edilerek etkisi azaltılmış. Herhalde gerçek hayatta da olayın tam nasıl sonlandığı bilinmediği için seyirciye tatmin edici bir bilgi vermeden film bitiyor. Elbette filmin sonunu bilmek zorunda değiliz hatta sonu muğlak olan filmleri şahsen daha çok severim ama bu türün doğasında yok böyle finaller pek. Yine de bir sona erdirmek adına saçma ve mutlu bir final verilmediği için çok mutluyum.

Çok daha etkili olabilecekken yanlış kurgu ve gereksiz ses efektlerinin
kurbanı olan final sahnesi. Çok kısa sürmesi de cabası

Biçimsel anlamda son bir şey eklemek istiyorum. Posteri ve açılışını hiç beğenmedim filmin. Bahsettiğim abartı ve şaşa burada da söz konusu. Mesela ana hikayeden küçük bir sahne koyarsın sonra siyah ekran ve sade, şık bir fontla yazılmış dümdüz filmin adı görünür açılış olarak ya. Böyle fantastik filmlere yakışacak kabartılı, şekilli fontlar, ses efektleri vs. minimalizme inat sonuna kadar kullanılıyor. Aslında böyle şeylere de dikkat edilse film ne kadar da şık bir hale gelecek.
Peki o kadar eleştiri yaptım ama bu filmin iyi yanları neler ya da en azından başta duyduğum gibi türünün diğer örneklerinden bir tık daha mı önde cidden? Bence önde. En başta da belirttiğim gibi tatmin edici oyunculuklar filmin en önemli artısı. Bunun haricinde büyü sahneleri, tavandan domuz kafası düştüğü sahne, annenin klozete ekmek doğrayıp yediği sahne ve üstüne çorba dökmesi, Öznur'un yemek yediği ve meşum akıbetine giden sahne gibi cidden güzel diyebileceğim sahneleri barındırıyor Siccîn. Özellikle bu saydığım sahneler, türünün çağdaş diğer örnekleri gibi sırtını gürültülü ses efektlerine, karanlıktan birden fırlayan varlıklara borçlu değil. Cidden iyi hazırlanılmış, iyi düşünülmüş sahneler bunlar, makyajıyla, efektleriyle.
Bir de kafama takılan bir soru: Siccîn, Müslüman olmayanların amellerinin yazılı olduğu defter anlamına geliyor ki bu filmde de imam karakteri tarafından anlatılıyor cuma vaazı esnasında. Peki bu kelimenin filmin ismi olmasının sebebi ne? Tahminimce içinde "cin" kelimesi geçmesi. Filmin içeriğine de uygun bir çağrışım. Ama yinelemekte fayda var ki bu yalnızca bir çağrışım, Siccîn kelimesinin cinlerle bir alakası yok ki. Ya da ben mi kaçırdım, eksik biliyorum veya anlamadım? Yine de isminin filminin içeriğiyle çok da bağlantılı olmadığını düşünüyorum.
Sonuç olarak toparlarsak Siccîn gayet izlenebilir, şu anda yapılmakta olan birçok korku filminden de kaliteli bir film. Alper Mestçi korku sineması anlamında umut vaat ediyor diyebiliriz. Umuyorum ki sinemamızda genel olarak yapılan bu hata ve biçimsel yanlışlıklardan arınmış, sade, minimalist, daha doğal ve daha başarılı yerli korku filmleri yapılır da bizler de keyifle izleriz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder