Yıl
sonları her zaman çok hüzünlü oluyor veya benim genel kabulüm bu yönde. Aslında
bir yıl oldukça uzun bir süre. Yazıya başlamadan önce yılın ta başında nerede
olduğumu düşündüm de bir yıl gibi bir sürede bir sürü şey değişebiliyor. Bu yıl
da diğer 17 yıl gibi birbirinden ilginç ve iç sıkıcı gelişmelerle geçti.
Bu yazıyı yazma isteği aslında dün gece Ayşe’yle
konuşurken geldi. Kendisi bloguna hep özendiğim yıl sonu yazıları yazar. Aslına
bakarsanız bu yazılar hep fazla kusursuz olur. Gayet toparlayıcı, ziyadesiyle
matematiksel… Esas ilgimi çeken kısım ise sayısal veriler verdiği kısımdı her
zaman. Dün de bundan bahsettik. “Ya,” dedim. “Sen bunların hepsini nasıl
sayıyorsun. Ben her yılbaşı sana özenip izlediğim filmleri, okuduğum kitapları
saymaya çalışıyorum ama hep unutuyorum devamını getirmeyi.” O da bu sayılarının
hepsinin doğru olmadığı gibi hayal kırıklığına uğratıcı bir itiraf da bulundu.
Bu itiraf bana da bir yıl sonu yazısı yazma hevesi verdi. Aslında bloguma giren
birisi benim sıkıcı yılımı okumak istemeyebilir de ama ben her zaman bu blogu
yayın yaptığım bir organdan ziyade kişisel bir günlük, bir muhasebe defteri
olarak görmüşümdür. O sebepten başladım yazmaya. İtirafına rağmen Ayşe’nin
yazılarını seviyorum, bu senekini de bekliyorum bu arada.
Ocak 2014. 12.
Sınıftaydım.Dünyanın en iğrenç şeylerinden biri olsa gerek üniversiteye
hazırlanmak. Aslında bu süreci yaşarken böyle düşünüyordum ama şu anda o eski
sefil günlerime özlem duymuyor değilim. Bu, o dönemden de sefil bir durumda
olmamdan kaynaklanmıyor hatta çok daha iyi durumdayım aksine. Ancak o günlerin
de kendine özgü bir güzelliği olduğunu anlamam için onları geride bırakmam
gerekti diyelim. Çok sevdiğim rehber öğretmenim Hale Hocam derdi “yılbaşından
sonrası çabuk gelir” diye. Nitekim geldi. Önce YGS, ardından birden fazla LYS
sınavını atlattım, daha doğrusu atlattık. Yılbaşındaysa bitkindik hepimiz,
şahsen ben dışarı çıkmadım o gece.
Velhasıl sınav her şey değil, hayat bundan ibaret değil
yani. Yaz tatilinde aşırı rahattım ve bir sürü film izledim, arzuladığım
sayının altında kitap okudum. Bu yazı özel kılansa Bozcaada tatilim oldu. 4
arkadaş Bozcaada’ya çadır (ölüm) kampına gitmiştik. Bozcaada cidden bir cennet.
Kalesi, daracık sokakları, kilisesi, taş evleri, pansiyonları, koyları ve
birçok şeyiyle korunmuş bir alan. Gerçi orası da imara açılıyor. Bozcaada’da
gece gezip eğlenip kampingimize döndük. Gece 3 gibi bir yıldırımlı, yağmurlu
fırtına başladı. Altımız çamur, kaldığımız yer çadır, yakınımızdaki koya
yıldırım düşüyor ve altımızdaki zemin sallanıyor. Korkuyla kampingin ortak
alanına gitmiştik sabahın 4’ünde. Herkes toplaşmış, polarlara sarılmış korku
içinde sabah olmasını bekliyorduk. İlginç bir deneyimdi. Ölüme çok yakın
hissetmiştim kendimi.
Tercihler açıklandı ve Yıldız Teknik Üniversitesi’nde
Gemi Makineleri İşletme Mühendisliği’ni kazandım. Yıldız Teknik, babamın mezun
olduğu üniversite olduğu için benim için ayrı bir anlamlıydı. Eylülde kayıt
yaptırdım ve İstanbul’a taşındım.
En başta dedim ya bir senede ne çok şey değişiyor diye. Dokuz
ay sonra ikamet yerim İstanbul haline gelivermişti. İstanbul tabi Türkiye’de
yaşayabileceğiniz en iyi şehir. Ayak uydurmam da çok zor olmadı.
Bu sene Ayşe’yle 3,5 saatlik sinema tecrübeleri yaşadık.
Bunlardan biri The Wolf of Wall Street’ti
ve tabi diğeri de Nuri Bilge Ceylan’ın başyapıtı Kış Uykusu’ydu. Bu senenin harikulade gelişmelerinden biri de Kış Uykusu’nun Cannes’daki başarısıydı
zaten.
İki tiyatro oyunu izledim bu sene. Biri Oyun Atölyesi’nde
izlediğim Kim Korkar Hain Kurttan?’dı,
diğeri ise Şehir Tiyatroları’nda izlediğim On
İki Öfkeli Adam. On İki Öfkeli Adam
Sidney Lumet’ın sinemaya uyarladığı meşhur oyunun aynısıydı ve seyri gayet
zevkli bir kadro sayesinde memnun ayrıldık salondan, çok güzeldi. Kim Korkar Hain Kurttan peki? Harika!
Harika ötesi! Cesur, iddialı, dolu dolu… Zerrin Tekindor hele… Kendisiyle oyun
sonrasında konuşup fotoğraf çekildim. Müthiş mütevazı bir kadın, yeteneğinden
de sual olunmaz tabi.
TÜYAP Kitap Fuarı da benim için hareketli geçti. Fuar
vesilesiyle daha önceden tanıştığım Sevin Okyay’la, ilk kez konuştuğum
Sabahattin Ali’nin kızı Filiz Ali’yle bir araya gelme fırsatını buldum. Bir de
bayıldığım gerilim yazarı Tess Gerritsen’la tanıştım (muazzam tatlı bir kadın).
Tabi bir de Yekta Kopan. Twitter’da kendisiyle “öyküsünden kısa film yapıp ona
haber vermediğim” için ufak çapta tartıştık veya tartışmadan da masum haliyle
sürtüştük diyebilirim, bilen bilir. Kendisine utanmadan bunu hatırlattım. “E,
küsüz biz o zaman?” dedi haklı olarak. Posterimizi gösterdim, filmden, yaptığım
ayıptan sonra da ne kadar utandığımdan bahsettim. En sonunda baktı başından
ayrılmıyorum “ Tamam barıştık, çak!” diyerek elini kaldırdı. Müthiş derecede
mütevazı, sempatik, eğlenceli bir insan. Bu kadar kısa da olsa sohbet edebilmiş
olduğum ve onunla –belki habersizdi ama- bir şey paylaşabilmiş olmaktan ötürü
müthiş bir gurur duydum.
Öyle veya böyle bir yıl daha geldi ve geçti. Artık farklı
bir şehirde yaşıyorum, farklı şeylerden zevk alıyorum, farklı alışkanlıklarım
var. Toparlarsak bu duygu ve düşüncelerle iyi kötü bir yıl geçirdik
diyebilirim. Sinema sevgimden ötürü bu yazıyı, bu sene izleyip en sevdiğim
filmlerin bir listesini yaparak bitireceğim. Hepinizin yeni yılını kutluyorum ve
mutluluklar diliyorum. Seneye yine bu zamanlar bu blogda olacağım. Ama tabi kader bu...
1.
Kış
Uykusu
2.
Boyhood
3.
The
Grand Budapest Hotel
4.
Nightcrawler
5.
Gone
Girl
6.
Ida
7.
The
Double
8.
İtirazım
Var
9.
Only
Lovers Left Alive
Listeyle ilgili not: Bu
listeyi Filmekimi’nin kaçırdığım için Mommy,
Leviathan, Whiplash gibi çok övülen ve listeme çok üst sıradan gireceğine
emin olduğum filmleri henüz izleyemeden yaptım. Başka Sinema sayesinde bu
filmleri Aralık, Ocak, Şubat aylarında bunları tamamlamayı umuyorum. Liste eksik
gibi görünürse sebebi budur. Interstellar’ı
ise benim için ciddi bir hayal kırıklığı olması açısından bilinçli olarak
yazmadım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder