Abraham Lincoln Vampir Avcısı/Abraham Lincoln The Vampire Hunter - Atakan Göktepe

4 Eylül 2012 Salı

Abraham Lincoln Vampir Avcısı/Abraham Lincoln The Vampire Hunter



Yapım: 2012 - ABD
Tür: Fantastik, Gerilim, Korku
Süre: 105 dakika
Yönetmen: Timur Bekmambetov
Oyuncular:  Benjamin Walker, Mary Elizabeth Winstead, Dominic Cooper, Rufus Sewell, Marton Csokas, Anthony Mackie, Alan Tudyk, Jimmi Simpson, Joseph Mawle, Laura Cayouette, Robin Mcleavy, Edrick Browne, Jaqueline Fleming, Erin Wasson, Frank Brennan, Alex Lombard, John Rothman
Müzisyen: Trent Reznor
Görüntü Y.: Caleb Deschanel
Senaryo: Seth Grahame-Smith (Hem kitap hem senaryo)
Yapımcı: Tim Burton, Timur Bekmambetov, Jim Lemley, Derek Frey
IMDb Notu: 6.3
Benim Notum: 6.0

Seth Grahame-Smith bir kere Dark Shadows'u yazıp Tim Burton'ın filmografisini zedelemişti. Aşırı uçuk kitaplarından biri olan "Abraham Lincoln The Vampire Hunter"ı sinemaya uyarlarken de yine benzeri bir iş çıkaracağını düşünmüştüm, yanılmamışım.
Şimdi bir kere konu itibariyle çok sakat bu film. Abraham Lincoln'ü, bir ABD Başkanını Vampir Avcısı olarak göstermek ya büyük bir cesaret ister ya da halkta yeterince milli şuur olmaması gerekir. Ben ikisinin de olduğuna inanıyorum. Sonuçta biz tutup da bir II. Selim'i vampir avcısı, bir Atatürk'ü zombi avcısı yapabilir miyiz? Alacağımız tepkiyi düşünmeksizin yapmayız. Bu milli şuura aykırı ve o yüce devlet başkanlarının anılarına saygısızlık gibi gelir bize. Ama kendi milletlerinden insanlar itiraz etmiyorsa, işin o yönü bizi pek ilgilendirmez.
Filme gelirsek: Wanted çoğu yerde yetersiz kalsa da benim hoşuma giden bir film olmuştu. Bekmambetov'un bir şeyler yapabileceğini düşünmüştüm en azından. Ama bu film, öncekilere baktığımızda, yönetmenin tarzı değil. Bu daha çok Burtonesk bir film ama bu film de Tim Burton sadece yapımcı koltuğunda.
Gerçi yönetmenden aşırı bir beklentim yoktu. Kendisi, ülkesi içinde çektiği Kazak filmleri dışında uluslararası anlamda sadece iki film çekmiş: Wanted ve de Lincoln. İlk filmi bir şah eser değilken bundan da müthiş bir şey beklenemezdi zaten. Ama yine de film seyircinin ilgisini sona kadar canlı tutmayı sürdürüyor ve "eh işte" yorumunu yaptırıyor seyirciye.
Film damdan düşer gibi küt diye başlıyor. Ne bir jenerik ne de sadece filmin adının yazdığı bir giriş kısmı. İlk on beş dakika geçtikten sonra yaparlar mı dedim, yok, yapmadılar. Direkt Lincoln'ü günlük tutarken görüyor ve dinliyoruz ve hemen hikayenin giriş kısmına getiriliyor olay. Seth Grahame-Smith "Beni fazla oyalamayın, ben kitap uyarlıyorum, sığdıracak bir sürü olayım var, öyle abidik gubidik sahnelere vaktim yok."diyor seyirciye. Zaten o kitaptan uyarlandığını belli eden koşuşturma filmin sonuna kadar da bitmiyor. Devamlı olaylar geliyor art arda.
Konuda kısaca şöyle: Abraham Lincoln küçük bir çocukken babası borcunu ödemek üzere bir limanda, bir adamın emrinde çalışır. Abraham burada kölelik sistemini ve bu sistemin yuttuğu insanları görür ve bu sistemden nefret eder. En yakın arkadaşı Will de bu sistemin kurbanlarındandır. Bir gece uyumamış döşeme tahtasının kırık yerinden aşağı kata bakarken Jack Barts'ı (Marton Csokas) görür. Annesinin yatağına yaklaşır ve bileğinden bir ısırık alır. Ertesi gün annesi hastalanır ve doktorlar kadını hasta eden sebebi anlayamazlar. Annesi aynı gün ölür. Bunu gören Abraham intikam yemini eder ve büyüyüp delikanlı olunca Barts'ın peşine düşer. Hatta onu öldürmeye çalışır ama onu normal yöntemlerle öldüremeyeceğini anlar. Bu esnada Henry Strusges'la tanışır. Henry onu Barts'tan daha önce kurtarmış ve evine almıştır. Abraham'a Barts'ı neden öldüremediğini söyler: Çünkü Barts bir vampirdir. Abraham Henry'den kendisini eğitmesini ister, o da bazı koşullar öne sürerek bunu kabul eder ve Abraham bir vampir avcısına dönüşmeye başlar.
Bu arada vampirlerle ilgili sadece klasik şeylerin kullanılması hoşuma gitti. Vampirlerin güneşle olan olumsuz ilişkisi, gmüşe dayanamamaları falan deyince günümüz sineması Twilight tarzı vampirlerden sıyrılmış diyebildim. Bu memnuniyet verici. Mesela filmdeki vampirler dişlerini gösterdiklerinde tamamen korkunç yaratıklara dönüşüyorlar. Olması gereken de bu.
Abraham bu esanda hukuk kitapları okuyor ve hukuk alanında kendini geliştiriyor. Yeni dostlar ediniyor ve kalbini çalan Mary Todd'la tanışıyor. Onunla evleniyor ve kölelik sistemini eleştirişiyle, toplulukları etkileyen konuşmalarıyla kısa sürede politikaya atılıyor. Onun başkanlığa kadar uzanan politik yolculuğu olayların kalanına nazaran daha gerçekçi kalıyor.
Bu sırada ne o vampirlerin yakasını bırakıyor ne de vampirler onun. Ama vampirler bütün dünyada yayılmış durumda ve tek bir kişinin onları yok etmesi mümkün değil. Abraham önündeki savaşı kazanıp, vampirlerin ülkeyi ele geçirmesini engelledikten sonra tarih sahnesinde herkesin iyilikle andığı yerini alıyor.
Anlamadığım nokta şu: Bu adam ne ara bu kadar usta bir dövüşçü oldu. Bir tek Lincoln'de değil. Filme giren herkes Jet Li kesiliyor maşallah. Herkes balta çeviriyor elinde, bir artistik, bir hareketler. Herkes usta dövüşçü, herkes bir intikam meleği mübarek.
Konu itibariyle çok sıkışık bir film. Sakin, filme nefes aldıran sahne neredeyse hiç yok. Sürekli olaylar var. Art arda ve devamlı. Tabi bu seyirciyi yoruyor. Bir de 3D olduğu için kat kat yoruyor.
Bu arada, gelelim 3D olayında: Bir kere XPand'se sinemanız ya gitmeyin, normal seans varsa onu bekleyin, ya da şehrinizde IMAX falan varsa öyle gidin. XPand normal şartlarda da çekilmez bir üç boyut teknolojisi. Özellikle bunun gibi neredeyse hiç aydınlık sahnesi olamayan, karanlık atmosferli bir kara filmi çekilmez yapıyor. Ben çoğu sahneyş gözlüksüz izledim. Nasıl bir sahne olursa olsun görüşünüzü %60 karartıyor gözlük. Keşke bu konuyu halletselermiş. Olmamış.
Müzikler iyiydi ama hiç mi hiç etkin değildi. Mesela benim hatrımda kalan hiçbir melodi, film teması yok. Bu bayağı büyük bir eksidir.
Yönetmen Timur Bekmambetov kimi zaman Burton tarzı kimi zaman da Wanted'ta kullandığı tarzda çekim yöntemleri ve açılar kullanmış. Mesela Abraham'la Mary'nin piknik yaptığı sahne bana Sweeney Todd'daki By The Sea şarkısının söylendiği sahneyi hatırlarttı bana. İkisi de kendi filmlerinin tek renkli sahneleriydi.

Piknik sahnesi (Abraham Lincoln The Vampire Hunter-2012)

By the Sea (Sweeney Todd The Demon Barber of Fleet Street-2007)


Burton'dan yana yine hayal kırıklığı. Yapımcı dedik film iyi olur dedik bu da fos çıktı.
Tek güzel yanı iyi ve tempolu bir gerilim olmasıydı. Onun dışında ne yönetimde ne müziklerde ne de senaryoda iş vardı. Bu neydi şimdi dedik film bittiğinde. Ne bu, kurgumu, gerçek mi, bir mit mi? Filmin amacı neydi, ne anlattı?
Ama onun dışında fışkıran kanları çok iyi kullandığını söyleyebilirim :D
Kapanış kredileri çok güzeldi. Beyaz zemine damlayan kan damlaları eşliğinde görüyoruz kadronun isimlerini. Çok şık olmuş. Tek beğendiğim yanı da buydu zaten.

Not: Seth Grahame-Smith'in bir diğer kitabı Pride and Prejudice and Zombies film yapılacak. (bkz.http://tinyurl.com/ylrkj98) 2009'da bu kitap Türkçe olarak basılmış da haberimiz yokmuş. (bkz. http://tinyurl.com/budpaxw)
Not2: Aynı zamanda Seth Grahame-Smith'in Tim Burton'ın ünlü korku-komedisi Bettle Juice'un ikinci filminin senaryosu yazdığı söyleniyor. Burton projeye katılmak konusunda tereddütlü olduğunu söylüyormuş.
Not3: Bu filmden cesaretle bu şey çıkmış: http://www.imdb.com/title/tt2246549/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder