Tür: Biyografi, Dram, Gerilim, Tarih
Süre: 115 Dakika
Yönetmen: Steven Spielberg
Oyuncular: Meryl Streep, Tom Hanks, Sarah Paulson, Bob Odenkirk, Tracy Letts
Senaryo: Liz Hannah, Josh Singer
Yapımcı: Amy Pascal, Tim White
Not: 5
Steven Spielberg, son filmi Ready Player One'ın çekimlerine devam ederken The Washington Post'un Vietnam Savaşı'yla ilgili gizli belgeleri yayınlaması ve Nixon'ı istifaya sürükleyen süreci anlatan The Post'u yapmaya karar verdi. Film çok kısa sürede biterek Oscar sezonuna yetişti. Peki The Post'un bu kadar kısa sürede tamamlanıp vizyona girmesi, anlattıkları, sinemada temsile yaklaşımı ne kadar doğru ve samimi olmuş?
Steven Spielberg'ü ne kadar sevmesem de ya da "Kağıtlar sende mi?" repliğiyle başlayan fragmanı her ne kadar aynı hikayeleri izlemekten bıkkınlık yaşadığımı hatırlatsa da özellikle Meryl Streep'in varlığından dolayı heyecanlı ve umutlu izledim The Post'u. Spielberg, filmi bu seneye yetiştirmesinin sebebinin bu hikayenin bu sene anlatılması gerektiği olduğunu söylüyor. İşte filmi izleyip bu açıklamayı dinleyince midem bulanmaya başladı. The Post zeitgesit filmi olup, şu anda tamamen br modaya dönüşmüş ve içi boşaltılmış sinemada post-feminizm rüzgarını arkasına alarak ödül avına çıkıyor. Peki film anlatmak istediklerini ne kadar anlatıyor? Açıkçası The Post metin olarak problemli, anlatmaya çalıştığı konularda yüzeysel ve "bakın o gün nasıldı, bugün de farklı değiliz" mesajının bağıra bağıra verilmesiyle de çok gülünç.
The Post'u izlemek neden Spielberg filmleri izlemekten keyif almadığımı hatırlattı bana. O belli kalıplara göre yazılmış senaryolar ve aşırı Hollywood anlatım diliyle seyirciye sunabileceği yeni bir şey yok yönetmenin. Anlatı dili ve senaryo yapısı bununla birebir aynı olan yüzlerce film izlemiş seyirci The Post'u izlerken de kaçıncı dakikada karakterlerin yenilgiye uğrayıp kaçıncı dakikada kazanacağını hatta ve hatta bu anlarda ne tür bir müziğin çalacağını bile biliyor. Yani Spielberg'ün yapmaktan bıkmadığı tarzda kemikleşmiş Hollywood filmlerini birbirinden ayıran tek özellik herhalde içerikleri oluyor. Aslında The Post'un konu aldığı gerçek hikaye çok önemli ve anlatılması elzem bir hikaye. Yakın dünya tarihindeki büyük çaplı bir gazetecilik başarısını, gazetecilik etiği ve yöneticilerin baskılarını, egolarını irdeleyebilmek adına önemli bir hikaye bu. Ama The Post o film değil ne yazık ki. Filmin, içeriği bir kenara bıraktığımızda da gayet aksak ve kafası karışık bir senaryosu var. Her replikte ve her olayda bu senaryonun zamanın ruhuna uygun bir film yapıp ödül avına çıkmak için yazıldığı samimiyetsizliğini hissediyorsunuz. Bu şekilde yapılan bir film, yıllar boyu tarihe karşı koyan, anlattıklarıyla ve anlatış biçimiyle hep örnek gösterilip basın özgürlüğüyle alakalı yapılmış filmlerin kilometre taşlarından biri haline gelebilir, kültleşebilir mi? Mesela bir All the President's Men olabilir mi?
Son olarak The Post'la ilgili beni deli eden bir konuya değinmek istiyorum. O konu da bu filmin post-feminist bir film olarak pazarlanması. The Post'un öyle feminist bir yanı da yok. Meryl Streep'i gazete patronu yapmakla feminizm olmuyor, sinemada temsil daha farklı bir konu. Beni en çok güldüren Sarah Paulson'ın tam bir ev hanımı tiplemesi oldu. Kay Graham da kafası karışık, pısırık ve başlarda da konformist bir şekilde portre edilmiş bir karakter. Tüm bunların üstüne bu filmle ilgili yapılan post-feminizm PR'ının yalnızca son dönemde "feminist" filmlerin veya kadın anlatılarının satıyor olması. Eleştirdiğimizi sandığım Hollywood yapım şirketi patronu beyefendiler böyle önemli bir konuyu da ceplerini dolduracak bir trende dönüştürmeyi becermişler gibi görünüyor. Umuyorum sinemada temsil ve cinsiyet rollerinin doğru temsili örneklerini daha bağımsız ve samimi örneklerde daha çok görürüz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder